1 Aralık 2015 Salı

29'kuzey

                  
Palamutbükü,2015

                  Klişe olacak belki ama instagram çıktı mertlik bozuldu durumları var bende de. Evet evet! hiç yan yattı çamura battı diye türlü bahaneler sunmayacağım. Ama bundan böyle buraya da daha sık uğramaya çalışacağım. O zaman bu yazı bir giriş olsun,pinçodan havadisler versin.
              Kuzey çenesi düşük,duygusal,aklı zehir,dengesiz ruh halli ikizler burcunun özelliklerini her geçen gün onaylarcasına büyüyor. Bir ikizler çocuğu annesi olarak bazen laf yetiştiremiyor,üstüne kem-küm diyerek kekelemek durumunda kalıyorum. Gün içinde o kadar komik repliklerimiz oluyor ki yazmaya üşendiğim için kendime kızmıyor değilim. 2 yaş sendromları ara ara uğrayıp gidiyor. Sendrom mu yoksa tipik ikizler burcu özellikleri mi ayırt etmekte zorlanıyorum. 


             Arabaya biner binmez müzik aç deyip bütün yol boyunca ruh halime hitap etmeyen müzikleri çin işkencesiyle dinlettirip beni zombi kıvamına getirmesi en delirdiğim huylarından sanırım. Öyle ki bazen o müzik mi şu müzik mi dinlenecek diye büyük adam gibi tartışıyoruz arabada neyse en son volkan giriyor araya da konuyu kapatıyoruz :) Bu aralar yeni tanıştığı büyüklere karşı utanma triplerine giriyor birde üstüne bize dönüp "utanıyorum amaa"diyor. Tabi serde oyuncakçının yerini öğrenmek varsa ne utanma kalıyor ne sıkılma.Avm de iki dükkan daha gezeyim diye başımdan savmak için "oyuncakçı nerde bilmiyorum kuzeycim" lafımı koşa koşa güvenlikçiye gidip "bakaymısın abla oyuncakçı nerdee" diyerek ağzıma tıkamışlığı var mesela. Hayır yani sen daha 2,5 yaşında bir bebeksin ben birine bir şey sormadan 40 kere düşünüyorum,bu sende ki özgüvende neyin nesi?
       

      Video-çizgi film izlemeye sanıyorum her çocuk gibi bayılıyor.Video izlemek istediğinde "anneciim nüüffeen söz bi dahaa ağlamicam" diye yanıma sokuluyor.  Ama sadece rüşvet için güzel sözler söylemiyor. Bazı sabahlar yanağımı öpüp "annecim çok seviyom seni" diyerek uyandırıyor. Nasıl mutlu başlamayayım güne:) 
       Market delisi bir pinço,oyun parkına indiğimizde başlıyor "evde ekmek yook" -hayır kuzeycim aldık,var. "Aaa süt yoktuu?" -Hayır oğlum sütümüz de var, "yook yook ben biliyorum" diye laf ebeliğine. Bunda market amcanın küçük hediyelerinden kapmak istemesinin payının büyük olduğunu düşünüyorum.          
           Kuzeyde laflar bitmiyor,her gün yeni bir şeylerle çıkıyor karşımıza. Biz ona hayatı öğretmeye çalışırken o bize kim olduğumuzu gösteriyor.Büyüyoruz birbirimize güzellikler katarak...
      Yeni soğuyan havalara inat içimiz ısınsın dedim yazdan kalma fotoğrafları serpiştirdim,kalın sağlıcakla :)
Akbük koyu,2015



Eski Datça,2015

 
Kuzey'in 2 yaş doğum günü,Almanya

23 Mart 2015 Pazartesi

Bu Aralar Biz

       İlk cümleye başlamak hep zor olmuştur hele de aylar sonra yazıyorsam... Anlatılacak çok şey birikti, nerden başlayacağımı bilemiyorum. 3,5 aydır yokum buralarda, zamansızlık mı desem ınstagrama fazlaca sarınca buralar ihmal mi edildi desem, kendi bilgisayarımın ankarada kalması mı desem.. bilemem hangi birini desem bahane çok belki de... Ama artık daha sık yazmaya gayret edeceğim.



       Tabi ki kuzeyden bahsedeceğim ama öncesinde kısa bir özet geçip hayatımızda neler olup bittiğinden bahsetmek istiyorum. Volkanın işi dolayısıyla 1 aylığına geldiğimiz İstanbul maceramızda 3. ayımızı doldurup 4 e doğru yol almış bulunmaktayız. Tabi ki vaadedilen tarihte işlerin bitmeyeceğini bilerek geldik :) ama bu kadarını da beklemiyorduk. Kısa bir süre daha buralarda kalıp bundan sonra ki hayatımız için yönümüzü belirleyeceğiz. Haftasonu caddebostan sahilinde güzel havada yürüyüş yapıp deniz kokusunu içimize çekerken,her türlü sosyal imkanın dibine vururken,kış olmasına rağmen gezmenin sadece avm den ibaret olmadığının mutluluğunu yaşarken İstanbula yerleşme fikri heyecanla dökülüveriyor dudaklarımızdan. Amaaa ankarada yediğimiz 3 liralık şeye burda 5 lira verince, trafikte radyocu amcanın sanki arabaya müzik dinlemek için binmişsiniz gibi düşünün telkinleriyle yolumuzda ilerleyemezken veya özellikle haftasonu güzel bir restaurantta brunch yapmak için kapısında kuyruğa girip içeriden birilerinin kalkmasını beklerken hadi be sende yaşanır mı burda diye hayıflanırken bulabiliyoruz kendimizi. Artılarıyla eksileriyle güzel şehir istanbul lakin yaşanır mı yaşanmaz mı bekleyip göreceğiz...


       Gelelim hayatımızın merkezine. 21 Ay bitti artık, 22 aylık bicir bicir istekleri hiç bitmeyen bir minnoş oldu kendisi. Her gün yeni sözcükler,yeni replikler ve skeçlerle günlerimiz geçiyor. 2 yaş sendromu normal seyrediyor şu aralar en azından hala bir oyuncak yada istediği birşey için kendini yerlere atıp tepinmeye başlamadı :)) Küçük çaplı krizlerimiz ara ara nüksediyor onları saymıyorum artık. Bu aralar en büyük sorunsalımız UYKU. Şimdiden küçük bebisleri olan arkadaşlarıma söyleyeyim hiiç öyle uyku eğitimiymiş şuymuş buymuş uğraşmasınlar, nasılsa 2 yaşta tüm bildiklerini unutup kendi bildiğini okumaya devam edecekler. Önceden en geç 10 da yatan pinco artık uyumamak için direnir bir halde 12 de zorla yatağa gider oldu. Bir çocuk uykudan sağa sola doğru yalpalamaya başlayıpta uyumayacağım diye niye inatlaşır bilmem. Uykudan önce süt seansını, okuma seansını,yatakta oynama seansını uzattıkça uzatmaya çalışması,o halleri tavırları gülsek mi ağlasak mı dedirten cinsten. Geçen gün teyzesine 3 kitap okuttuktan sonra uyumamak için yataktan inip küstüm deyip bir salona gelmesi vardı,hepimiz koptuk :) Uyanıklıkta üstüne yok.  Geçenlerde yine bir gezme sonrası eve dönerken arabada oto koltuğunda ayağım diye ağlamaya başladı. Baktık fln ama hiç birşey bulamadık ayağında. Artık durmayınca son çare öne yanıma aldım(hiç yapmadığımız birşeydir fakat çok içli ağlayınca eve de yaklaşınca dayanamadım),onu da emniyet kemerinden geçirdim, tabi çok hoşuna gitti sustu,gülücükler felan gayet mutlu ayak ağrısı geçti nasıl olduysa :) Ertesi gün yine bir yerden arabayla dönerken bizin uyanık pinco gözüümm diye ağlamaya başladı amaa bu sefer rolünü iyi yapamadı :)) Gözüüm diyo bi taraftan anne diye öne doğru eğilmek isteyince üçkağıtçılıkta sınır tanımadığını farketmiş olduk :)
       Bu aralar favori kelimesi 'olmuyor'... İşine gelmediği yapamadığı daha doğrusu yapmak istemediği herşeye olmuyooo olmuyooo diye cızırtı yapıyor. Anneden babayı,babadan anneyi kıskanıyor... Katı kuralları var: Biz birbirimize onu aramıza almadan sarılamazmışız. En sevdiği şey yorganın altında saklanma oyununda hep o saklanan kişi olcakmış,bazen hepimiz saklanıyoruz yorganın altına kimse bizi bulamıyor :)) Yaramazlık yapınca,yapma dediğim halde yaptığı şeyler olunca niye yapıyorsun diye ciddileşip uyardığımda tepki hep aynıı masum tepki tamam,tamam! :)  Ama içi boş tamam! sonra yine bildiğini okumaya devam. En sevdiği ve mutluluktan şımardığı yataktaki boğuşmalarımızda şiıplaaa diye zıplayıp kendini babasının üstüne atıp sonrada yusuyoom demesi bizi en çok güldüren hallerinden biri. En favori şarkısı şu sıralar wiggle diye yabancı bi müzik, viği viği viği diye geziyor evde. Yemek yemeye bayılan bir çocuk değil ama kahvaltıyı seviyor, yumurta en favorisi. Turşu delisi bilmem kime çekmişse :P Et ve balığı severek yiyor, Fiskobirliğin (%80 i fındık olan) fındık ezmesine bayılıyor. Sabah ve akşam birer bardak süt içiyor. Ana öğünleri yiyor ama ara ogünde bişiler yerse ana ogünü yemek istemiyor bu sefer. Yemek yeme işimiz şöyle böyle idare ediyor işte...


     Bizden haberler şimdilik bu kadar, çook uzattım biliyorum ama artık devamını diğer yazılara saklıyorum,hoşçakalın, bool güneşli ve mutlu günler hepimize :))

8 Aralık 2014 Pazartesi

Bi'Buçuğu Karşılarken

             Çamaşırları makineye attım ama bir gürültü bir takırtı 'hadi hayırlısı' dedim. Neyse bitti makine içinden çamaşırları çıkarırken elime koca bir saç tarağının gelmesiyle "kuuzeeyy" diye haykırmam bir oldu. Pinço gün içinde minik sürprizlerle anasını delirtmeyi pek seven bir çocuk olmaya başladı bile :)) Hem zaten şarj aletim de kayboldu evde durup dururken. Tabi baş suçlu olarak gözler kuzeyin üzerinde. Ne bulursa hööp (çöp) deyip çöpe atıyor,iyi ki bir kere elimdeki çöpü göstererek oğlum bunu çöpe atar mısın deme gafletinde bulundum :/ Velhasıl şarj aletinden ümidi kestik. 




       Bu sıralar algılar , öğrenme ve hafızaya kaydetme pek güzel işliyor. Konuştuklarımızı bıdı bıdı tekrar ediyor. Bizim kızlarla sohbet ederken cümlenin içinde ambalaj dedi arkadaşım, peşimden bizimki ammalas deyip hepimizi şok etti :) Hiç beklemediğimiz şeyleri bir bakıyoruz tekrar ediyor. Çok önceden şekillerin isimlerini söylemiştim ona gayri ihtiyari ama üzerinde durmadım. Geçen gün elinde üçgen şekilli oyuncağıyla gelip üggen diye göstermesi bizde bir şok etkisi yarattı, akabinde bir kaç tekrardan sonra diğer şekilleri de öğrendi zaten. Oyun yerlerine,oyuncakçılara girerken ki tepkilerine bayılıyorum,bir çığlık,bir sevinç nidalarıyla iç çekmeler,ayaklarıyla tepinmeler gibi sevincini gösterişine hastayım :) Bu arada taklitçilikte sınır tanımıyoruz,babasının parfümünü almış, kol altına tutmuş "pıs pıs" diyor geçenlerde. Pandasız asla uyumuyor,oyuncak pandasını kendine uyku arkadaşı yaptı, arada tavşan ve elmoyu da takviye birlik olarak istiyor. Uykuya geçiş süresi uzadı bu aralar,çok yorulmadıysa,tepinip enerjisini atmadıysa dön Allah dön bir türlü uykuya geçemiyor. 
            Kız çocuğu babaya,erkek çocuğu anneye düşkün olur derler,laf! Bizim ki bildiğin babacı. Gün içinde besle,yedir,içir,oynat,gezdir,uyut,sarıl,sarmala akşam baba gelince benim pabuç damlarda. "Kuzeey anneyi bi öpsene"  kuzey kafasını iki yana sallayarak: ııı - ıııhh!, "O zaman babayı öp" hiç ikiletmeden 'şlap' diye bi öpücük babanın yanağına! Tekrardan "hadi anneyi de öp" dediğimizde ayıp olmasın kadının gün içinde bende hakkı var diye mi düşünüyor napıyorsa babayı öptükten sonra öpüyor beni bizim nankör karga! :)) Şaka bir yana gün içinde babayı çok kısıtlı görüyor ve böyle davranması,ona düşkünlüğü hep bu yüzden diye düşünüyoruz,daha çok vakit geçirmek istiyor belli ki babasıyla. Tamam itiraf ediyorum bazen fena bozulduğum oluyor ama yine de babasını idol olarak görmesi,ona olan hayranlığı çok hoşuma gidiyor,hepte böyle sürsün. Oğlumun babası gibi bir adam olması da en büyük dileklerimdendir.




          Kuzeyin yeme içmesine elimden geldiğince dikkat etmeye çalışıyorum. Bizim pinçoda tam bir Türk erkeği damak tadı var. Kendisi bolca et sever. Et, köfte ve dürümü löpür löpür götürür, affetmez. Balıkla da arası fena değil. Yoğurt çorbası hala en favorilerinden. Ama işin içine sebze girince burun kıvırmalar elbette başlıyor. Birde bu aralar yeşil soğan çıktı başımıza kütür kütür götürüyor kokarca! :) Çikolata,ıvır zıvırları biz vermemeye çalışıyoruz öyle yada böyle elbet bir gün tanışacak diye. Ama kesinlikle ağzına sürmeyecek diye de kurallarım yok. Arada çubuk kraker de veriyorum,zaman zaman ekmeğine azıcık çikolata da sürüyorum yada en basitinden keki çikolatalı yapıyorum ordan yemiş oluyor. Ama hepsi haftada bir yada iki oluyor en fazla. Geçenlerde çikolata bayramı yapmıştı Almanya'dan gelen teyzemizin kontenjanından. Şimdi yine nazi kampına geri döndü kendileri :P Mesela kuru üzümü kendisine şeker diye öğrettiğim için hiç pişman değilim :)) Nasıl yiyor onu şeker sanıp üçer beşer :)))) yada atıştırmalık olarak haşlanmış nohutları çerez gibi yemeyi seviyor,bunlar özendirmeyle ve alıştırmayla alakalı biraz.



          Bizden haberler şimdilik bu kadar, bi'buçuk yaşa 2 hafta kala son durumlar bundan ibaret. Herkese mutlu ve sağlıklı haftalar ;))

3 Kasım 2014 Pazartesi

16buçuk

        Kuzeyin gelişim yazılarını aksatıyorum epeydir,yazın kurtlugiller olarak dışarıdan içeri girip bilgisayarın başında oturup yazma imkanım pek olmadı ama artık kış gelip kabuğumuza çekildiğimize göre daha sık yazabileceğim demektir :)

        Kuzey pinçosu 16,5 aylık bir bebek artık,bebek dediğime bakmayın bana göre bebek ama artık çocuk olma yolunda ilerliyor. Beden dilimiz gayet güzel,elimden tuttuğu gibi istediğini yada istediği yere götürerek derdini çok güzel ifade ediyor :)) Dil gelişimi de bence fena değil, çoğu hayvanın isimlerini taklitlerini yapıyor,acıktığında meytin(zeytin) ve miniir(peynir), susadığında(gu) diye ağlıyor,aç diyor,kapa diyor,'arabaa arabaaa' diye bir şarkı tutturdu bu aralar sürekli onu mırıldanıyor,yemeğini çok beğendiyse parmaklarını birleştirip nefis işareti yaparak elini sallıyor ve bizi bitiriyor,nihayetinde karşılıklı olarak o benim dilimi öğrenmeye çalışıyor ben onun dilinden anlamaya çalışıyorum derken zaman hiç yavaşlamadan ilerliyor. Kuzeye kendine zarar vereceği bir şeyleri üzerinde deneyerek ona anlattığımda bir daha asla dokunmuyor, mesela çaya hafifçe elini değdirdiğimizde bir daha asla çaya dokunmuyor,çayı gösterip işaret parmağını sallayarak tttssss diyor :)) aynı işlemi bayramda köydeki evimizde yanan soba içinde uyguladık,hafif sıcağı hissettikten sonra asla sobaya yaklaşmadı. Bayramdan sonra ankaraya geldik ve siz deyin hava değişimi,ben diyeyim ortalıkta dolanan virüsler geldi paçamıza yapıştı. Önce kuzeyi sonra beni onlarla savaşmak zorunda bıraktılar. Gecenin köründe ateşini düşürmek için verdiğimiz uğraşlar, annee diye sarılarak ağlayıp içimi parçalaması, şurup içme savaşları(ilk başlarda savaşarak ama sonraya doğru kaçarı olmadığını anlayan kuzişe 'bunu içmek zorundasın kuzey' dediğimizde tıpış tıpış ağzını açması :)),sönük bakan gözleri güldürmeye çalışan bir baba ve uydurmasyon hikayelerin yazarı bir anneden ibaretti hastalıklı günlerimiz. Şükür şimdilerde iyiyiz ama bir anne-baba için en berbat durumlardan biri yavrusu hastalıkla boğuşurken çaresiz kalması. Her anne baba gibi bizde devamlı keşke onun yerine ben hasta olsam,ona hiç bir şey olmasa deyip durduk!


        Küçük beyimiz artık iyi, Devamlı gezenti halde olduğumuzdan o da tatillerde bizimle , eve gelince odasında ikilemi yaşamasın diye odasında yatırma fikrini ertelemiştik. Artık tatiller bitti ve bu fikri gerçeğe dönüştürmeye başladık. Şimdilik her şey yolunda görünüyor,tek yolunda olmayan bir sorunumuz var o da üzerinde yorgan tutmaması. Mümkün değil yani biz başaramadık artık pes ettik! Üstüne yorganı örttüğümüzde çığlık kıyamet,sevmiyor yorganı çoğu çocuk gibi! Uyku tulumu olarak ise ayak kısımları etek şeklinde olanı var ama deli kuzeytonun enteresan uyku pozisyonlarını o tulum engellediği için ondan da nefret ediyor kendileri. Artık son bi çare ayaklı tulum bakacağım pinçoya. Her türlü öneriye de açığım bu arada?

 Canımız sıkıldıysa dışarısı da soğuksa bizde babamızın traş köpüğüyle oynarız :)

Baksanıza şunlara,ikiside benim canlarım...

      Birde ayımız var bu aralar vazgeçemediğimiz. Gece şurubunu içirmek için kaldırdığımda bile tek göz kapalı tek göz açık "ayıııı ayııı" diye sayıkladığı,ayısına sarılırken yüzünde gülücükler açan bizimde sarılmamız için bizi çekiştiren,sabah-akşam her daim vazgeçemediğimiz favori oyuncağımız bir ayı var hayatımızda.Hatta daha dün sabah 2 yaş sendromuna saydığım koca ayıyı kapıya kadar sürükleyip sonra bana aççç diye ağlaması,ayıyla dışarı çıkcakmış hemde boyundan 2 kat büyük ayıyla :)) Yani 2yaş sendromlarımız ufak ufak baş göstermeye başladı. Şimdilik fazla sıkıntıya girmeden atlatıyoruz inşallah daha çetrefilli bir hal almaz diye dua ediyorum... Bu arada ayı sevdamıza Barış Mançodan ayı şarkısı da eklendi, her sabah kahvaltımızı ayı, arkadaşım eşşek ve domates biber patlıcan eşliğinde yapıyoruz ;)

Volkanın yıllar önce üniversitedeyken bana aldığı hediye,şimdilerde kuzeytonun favori oyuncağı sevgili AAYIII

       Anlatacak çok şey var ama uzun uzun yazıp sıkıcı olmak istemiyorum,en kısa zamanda yine görüşürüz genşler... öptük,bay... ;)

26 Eylül 2014 Cuma

Hello Sonbahar

              Merhaba Eylül ayına hala yaz muamelesi yapanlar burda mı? Hatta dötümüz dona dona 'banane yaa kışmı geldi yorganı çıkarıcam' diye havayla inatlaşıp pikeyle donanlar burda mı? Peki o zaman pastırma sıcakları gelecek diye kendini avutanlarda burda olmalı. Eylül'ün hezimetine uğrayanlar olarak bende burdayım :( Hayır yaz zaten temmuzda geldi,bi ağustosta gördük kendisini,ooo geç geldi geç gider diye konuşanlara sillesini atıp çekti gitti valla sevgili yazcık eylülün ta başında hem de... Bize de tıpış tıpış kışlıkları çıkarmak,bitki çayı sezonunu açıp,mısır-film keyfi durum güncellemelerinin startını vermek,dışarıda yapılacak aktivitelerin azlığı sebebiyle hobi el-işi dünyasına hızlı bir giriş yapmak,yazlık sezonda ihmal ettiğimiz blogumuzu yazılarla ve gevezeliklerle doldurmak,evde çocukla yapılacak etkinlik arayışına girmek,bütün kış evde olacağımıza göre evimi nasıl güzelleştiririm diye kaşınmak(yazar burda pis pis sırıtır,eminim kocası da aynı sırıtışı sergiliyordur şuan :))),çay keyfi yanında masum atıştırmalıklarla gelecek olan kilocuklara da hoşgeldin demek düşer o zaman... 
            Hayır asla yanlış anlaşılmak istemem,her mevsimin ayrı bir güzelliği vardır. Mesela ben kışı da severim ama üşümek olmasa :) Şaka bir yana ne yalan söyleyeyim herkesin bir mevsim seçme hakkı olsa ben yazı seçerdim. Hayır yılda 2 ay yaz göreceksek şayet biz şöyle ufaktan ekvator civarında bir iş arayışına mı girsek diyorum :)
            Konumuzla pek alakasız fakat söylemeden geçemeyeceğim, şu aralar farkettim ki kimileri bu sosyal medyayı yanlış algılıyor. Pek ciddiye almışlar anlaşılan paylaşılanları. Herkesin sosyal medyayı kullanma tarzı farklıdır,kimi siyasetten dem vurmayı sever,kimi hoşnut olmadığı şeylerden şikayetlenir,kimi mutlu olduğu anları paylaşmak ister. Her telden arkadaşım var sosyal medyada hepsine de saygım sonsuz. Ben de o an hoşuma giden beni gülümseten yazıları fotoğrafları paylaşıyorsam bu demek midir tüm gün hep öyle etrafa gülücükler saçarak geziyorum yada herkesin hayatını sosyal medyadan ibaretmiş gibi algılayıp ayy hep mutlu hiç mi ağlamaz bu çocuk diye kara kara gece gündüz yemeden içmeden düşünenler(yazar burda mübağala sanatının dibine vurmuştuysa :))elbette kuzeyde düşüp bir yerini morartabiliyor,bazen sabrımı zorlayıp avazı çıktığı kadar ağlıyor,hasta oluyorum keyfim olmuyor gibi gibi... Demem o ki bu kadar ciddiye alıp paylaşılan fotoğraflardan yola çıkarak hayatları bağdaştırmayınız efenim,oradaki paylaşımlar sadece hoşa giden,beğenilen,gülümseten paylaşımlardır en azından benim için.
             Kuzeytonun gelişim yazılarını aksattım, pekala bütün bir yaz fink atmaktan fırsat bulamadığımdan ötürü bir daha ki postlarda telafi edeceğim. Kendisi pek bir çilek reçeli kıvamında her hali ve tavrıyla mest etmekle meşgul bizi.
               O halde Sezen Aksu'nun bir şarkısının sözleri ile sizlere veda ediyorum;
                 "Yine mi güzeliz,yine mi çiçek?
                   Hamdolsun!" :)
          Kışı kabullenene kadar yaz fotoğraflarından kopamayangiller olarak bir süre daha görsel olarak yazı yaşatmayı hedefliyorum :)



6 Eylül 2014 Cumartesi

TAT!L

                 Herkes bir kere de olsa hayalini kurmuştur, emekli olup şirin bir sahil kasabasında müstakil bahçeli evinde yaşamını sürdürmeyi. Tertemiz denizi,mis gibi havası,organik yaşamı,doğal güzellikleri insanın ömrüne ömür katar. Her yaz tatile gittiğimizde bu hayallerimiz depreşiyor bizim. Türkiye de gezip görülecek insanı büyüleyen cinsten çok yer olduğunu biliyorduk,bu seneki rotamız da bizi haksız çıkarmadı. İlk rotamız Dalaman,hedefimiz Göcek yat turu ve İztuzu plajı oldu. Göcekte yat turuna bir kez çıkmışlığımız vardı ama o kadar beğendik ki bu koyları her sene gitsek sıkılacağımızı sanmam. Kuzeyli ilk yat turumuz pek güzel geçti,yatın üst katında püfür püfür esen gölgelikte sızıp durdu kuzey, uyanık olduğunda ise bizimle bakir koylarda denize girdi.





İztuzu Plajı


                     Senelerdir Marmaris'e kadar gidip yanı başındaki bu güzel cennete neden uğramamışız diye hayıflandık durduk. Evet, Akyaka harika yemyeşil bitki örtüsü, masmavi deniziyle bizim gönlümüzü hemen fethetti. Akyaka da otel çok fazla yok, genelde apart ve pansiyon mevcut. Zaten gezilecek o kadar güzellikleri varken otele kapanmak delilik bence. Akyaka'daki ilk gün soluğu Çınar Koyu'nda alıyoruz. Bu koy Azmak nehrinin buz gibi sularının denizle buluştuğu noktada,ayağınızı suya değdirdiğinizde gözleriniz yuvalarından fırlıyor :) lakin o kavurucu sıcağın altında da inatla girip serinlemek gibisi yok. 

Suyun soğukluğu= yüz ifadem ;)





Azmak nehrinden bir görüntü. Suyun altında başka bir alem var sanki,büyüleyici!

                      İkinci gün, her gidenin ağzının suyu aka aka anlattığı, gidenin bir daha geri dönmek istemediği o eşsiz güzellikteki Akbük koyuna varıyoruz. Yolu pek virajlı, arabayı kullanan için zorlu(volkan) fakat yanındakiler için(ben-annem) sanki ünlü bir ressamın çizdiği harika bir tabloya bakmak gibi. Bir yanımızda uzun koca koca çam ağaçları diğer yanımızda turkuaz bir deniz... Akbük denizinden bahsetmiyorum bile fotoğraflar size herşeyi anlatır ;) Kısacası başka zaman oflana puflana gittiğiniz o virajlı yollarda bu güzellikleri görünce gıkınız bile çıkmıyor.

Akbük denizi




Kuzeyin gemisi

                          Tatilin son durağı ise Datça-Palamutbükü.  Hani yazımın başında bahsettiğim o şirin sahil kasabası olarak Datçayı seçebiliriz. Datça bizde bağımlılık yaptı, denizine her girdiğimde sevinçten ağlayasım geliyor. Denizi bu derece seven bir ben miyim yoksa deliriyor muyum? Datça güzel ama Palamutbükü bir harika :) Önceki senelerde bir uğrayıp dönmüştük, bu sene kararlıydık 2-3 gün kalmaya. Tatil zevkiniz sıkış tıkış sezlonglarda gümbür gümbür Demet Akalın eşliğinde güneşlenip denize girmek, akşamda o disco senin,bu disco benim gezmekse burası hiiiç size göre değil. Acayip sıkılabilirsiniz. Burası yazlıkçı mekanı,gerçi yazlıkçıların çoğu yazlıklarını aparta çevirmişler ama olsun. Kuzeyle sıkış-tıkış olmadan berrak denizin tadını çıkarıp,sakinlikte güneşlenmek ve kafa dinlemek için biçilmiş kaftan oldu bize Palamutbükü.





                      Deniz,kum,güneş tatilini seviyoruz. Bitmeyen tatil yapsalar sıkılır mıyım bilmem ama ben o sahil kasabasında bir ömür sıkılmadan yaşarım.